| 
             BALIKESİR VE ÇANAKKALE’NİN ENDEMİK BİTKİLERİ-Hasan TORLAK  
             Milattan önce 1200 ler: Anadolu Yarımadasında kurulu, dünyanın iki süper   devletinden biri olan Hitit İmparatorluğu aniden yıkılır. Bütün Hitit şehir   kalıntılarında bu tarihlere ait kalın bir kül tabakası vardır. Söz konusu   yıkım sadece Hititler değil, bütün Anadolu halkları için geçerlidir. Batıdan   doğuya doğru hızlı bir şekilde genişleyen, vahşi bir yıkım göz önüne serilir.   Öyle hızlı ve ani bir yıkımdır ki bu, Anadolu yazılı kaynaklarında işgalle   ilgili bir belgeye rastlamak neredeyse olanaksızdır. Vahşi, göçebe ve savaşçı   kuzey halkları (Deniz halkları) Balkanlardan Anadolu ya saldırmışlar, burayı   boydan boya tahrip ettikten sonra Doğu Akdeniz ve Mısır a kadar   dayanmışlardır. Mısır yazılı metinleri bu saldırıdan dehşetle, saldırganların   Mısır dan kovulmalarından ise övgüyle bahsetmektedir. Tarihin gördüğü en   vahşi saldırı, belki de ilk dünya savaşıdır bu. Anadolu insanı barbar   kabileler tarafından katledilmiş, uygarlık tamamen yok edilmiştir. Öyle   etkili bir saldırıdır ki, yıkımdan sonra, bin yıldan beri Anadolu’da   kullanılan ve uygarlık ölçütü olarak bilinen yazı ortadan kalkmıştır.   Arkeoloji literatüründe “Karanlık Çağlar” olarak adlandırılan dönem bu yıkım   ile başlamıştır. MÖ 1200-750 yılları arasında Anadolu kör bir karanlığa   gömülmüştür. Yazının olmadığı, kentlerin ortadan kalktığı bu dönemle ilgili   olarak ancak ilkel kabilelere özgü basit keramik parçalara ulaşılabilmiştir. 
             
               Kuzey halklarının doğal olarak   Anadolu’ya ilk saldırı noktası Kuzeybatı Anadolu olmuştur. Bu bölgede o   zamanın en önemli siyasi ve ekonomik gücü ise Troya Uygarlığı’dır. MÖ.   3200’lerden MS. 500’lere kadar 4000 yıl sürekli iskan edilen antik kent MÖ   1200’lerde Yunanistan üzerinden gelen vahşilerin saldırısına uğramıştır.   İzmirli hemşehrimiz Homeros’un İlyada ve Odessa adlı eserlerinde bu işgal   epik ve lirik bir dille anlatılır. Tanrı ve tanrıçalar bu savaşı izlerken   takım tutar gibi iki taraftan birini tutarlar. Tanrılar tanrısı Zeus bu   savaşı Çanakkale ve Balıkesir arasındaki Kazdağlarından (İda Dağı) izler.   1756 metre rakımla en yüksek noktası olan Gargaros’tan (günümüzdeki ismi   Kartal Çimeni) savaşı izleyen baştanrı insanlara benzer duygu, düşünce ve   davranışlarıyla savaş süresince bu dağdadır. Aslında İda ismi anatanrıça   inancını ifade eder. Roma döneminde bu dağa “Magna Mater İdae”, yani   Anatanrıça İda denilirdi. Zeus kültünün, bu inancın üzerine, kuzey   halklarından Dor’ların istilasıyla yerleştiği tahmin edilmektedir. Zeus bu   dağın en üst noktasına yerleşmesine, dolayısıyla herkesten üstün olduğunu   göstermek istemesine rağmen yöre insanı hiçbir zaman Anatanrıça inancından   vazgeçmemiştir. Antik çağda Kazdağı ve dolayları bitkilerin ve bereketin   tanrıçası olan Kibele ve onun devamı Artemis tapkısının en etkin   alanlarındandır. Kazdağı eteklerinde, Altınoluk ile içiçe olan Antandros (Anti+andros=Erkek   karşıtı)’da Artemis inancı egemendir. Anatanrıçayı savaş ve kıyımla ortadan   kaldırmaya çalışan barbarların tanrılarına karşı yöre halkının günümüzdeki   feminist harekete benzer bir tepki vermiş olması da mümkündür. Aksi halde   önemli bir antik kenti “erkek karşıtı” olarak adlandırmazlardı. Yöre   insanının erkeğe düşman olması mümkün olamayacağına göre, bu tepki ataerkil   kültür ve erkek baştanrıya karşı olmalıdır. Günümüzde bile bu tepki yöre   kültüründe görülmektedir. Genelde dağların en yüksek doruğu kutsal kabul   edilirken, günümüzde yöre halkı Kazdağının zirvesi Kartalçimeni yerine dağa   aşağıdaki Sarıkız Tepesi’ni inanç alanı olarak görmektedir. Özellikle Türkmen   köyleri arasında kutsal bilinen bu tepede Sarıkız ile ilgili bir de açıkhava   sunak yeri (Türbe) vardır. Yöre insanı bu sunağa gelmekte, Sarıkız Ana’ya   mumlar adamakta, bez parçaları bağlamakta, ayrıca buradaki zirve defterine   yazılar yazarak Sarıkız’dan sorunlarına çare bulmasını istemektedir.   Sarıkız’ın hikayesi ve ritüeli ile Tanrıça Artemis’inki de birbirine çok   benzer. Her ikisine de tepelerde tapınılır, her ikisi de bakiredir.   Sarıkız’ın ölüm nedeni de bakire olmadığı yönündeki iftiralardır. Dağ,   anatanrıça inancıyla ilgili bir yer iken, ataerkil kabilelerin işgali ile   Anatanrıça zirveyi Atatanrıya bırakmıştır. Anatanrıça ikincil konuma düşerek,   daha alçak bir tepeye yerleşince yöre insanı da onu takip etmiştir. (Sarıkız   efsanesinin kökeninde de anatanrıçayı baştanrılıktan indirmek isteyen   ataerkil halkların söylenceleri olduğu düşünülebilir ve söylence Troya   savaşlarının olduğu Geç Tunç Çağına tarihlenebilir). Yöre insanı zirveye   çıkarak Zeusa yakarmak yerine Sarıkız tepesine çıkıp anatanrıçaya   (Kibele-Artemis) yakarmıştır. Zira anatanrıça bitkilerin, beslenmenin ve   bitkisel ilaçların tanrıçasıdır. Zirveye çıkıp ne istenebilir ki yıldırımın   ve şiddetin tanrısından. Besleyen ve sağaltan Anatanrıçaları ortaya çıkaran   ise önemli bir endemizm merkezi olan Kazdağları’ndaki biyolojik zenginliktir.   Kazdağları özgün bitkisel zenginlikleriyle gerek günümüzde ve gerekse antik   çağlarda küskün (Erkekler tarafından mağdur edilmiş), ancak üretken ve   hastalıkları iyi eden kadınların mekanıdır. Troya savaşları sırasında zehirli   okla yaralanan Paris, Kazdağlarında yaşayan ve güzel Helene uğruna terkettiği   karısı Oinone’den kendisini bitkilerden yaptığı ilaçlarla iyileştirmesi için   Kazdağına çıkar. Ancak Oinone kendisine ihanet eden kocasını yüzüstü bırakır,   Kazdağı bitkilerinden yapılmış ilaçlardan mahrum bırakır onu, Paris de bu   dağda ölür (1) 
              Homeros Oinone’nin hangi tür bitkilerden   ilaçlar yaptığını bize söylemiyor. Dolayısıyla tıbbi potansiyeli olan bütün   Kazdağı bitkilerinin sağaltıcı kadınlar tarafından kullanıldığını   öngörebiliriz. Örneğin Digitalis trojana (Troya yüksük otu) tıbbi potansiyeli   olan ve sadece Balıkesir ve Çanakkale’de yetişen (Kazdağındaki Kapıdağda ve   Zeytinli’nin 5 km yakınında, 600-800 metrelerde) endemik bitkilerimizdendir.   Nitekim batılı bilim adamları, aynı türden Digitalis purpurea adlı yüksük   otunun kanserli hücreleri tedavi edici etkisini keşfetmişlerdir. Bu bitkinin   kalp kaslarının güçlenmesini de sağladığı belirtilmektedir (2). Tıbbi   etkileri araştırılmamış yüzlerce bitkimiz, özellikle endemik bitkilerimiz   Türkiye’nin geleceğini şekillendirecektir. Bu bitkilerden elde edilecek   ilaçlar -bitkilerimiz çok lokal alanlarda yetişebildiklerinden- gelecekte   bizim uluslararası ilaç endüstrisi, gen teknolojisi ve farmakoloji alanında   söz sahibi olmamızı sağlayabileceklerdir, yeterki koruyalım, yeterki   yaşatalım endemik bitkilerimizi.. 
             Yöre   insanı da Kazdağlarındaki özgün bitkileri hastalıklarını iyileştirmek için   toplar. Günümüzde Kazdağının Türkmen kadınları, özellikle yaşlı olanları   yörenin bitkilerini baştacı ederler (Resim 1) (3). Çünkü onların hepsi birer   tanrıçadır; bitkileri onlar tanır, bitkilerden ilaçları damıtarak hastaları   sağaltırlar. Başlarına çiçek takarak Kazdağına öykünürler, o zaman Anatanrıça   İda’dır onlar. Yörenin endemik şakayıkını (Paeonia masculi subsp. bodurii)   konduruverirler başlarına, ölmezotlarını veya diğer adıyla altınotunu   taktıklarında başlarına; kocamışlıklarını unutuverirler de ölmeyeceklerini   sanırlar, yoksulluktan takamadıkları beşibirliklerin yerine altınotu ile   avunurlar. Balıkesir Etnoğrafya müzesine uğrarsanız (Kuva-i Milliye Müzesi),   Altınotu süslemeli kadın başlığını görebilirsiniz. Sadece yaşlılar değil,   evlenecek genç kızlar başlarına bitki motifli başlıklar takarlar, botanik   bahçesine dönen gelin başlıklarının hepsi, murada ermeden hakka yürüyen   Sarıkız’a adanmıştır, kuru bitkilerden oluşan gelin başlığını takan her genç   kız Sarıkızdır artık. 
                Her ne kadar Milli Park olması dolayısıyla   Kazdağlarından bitki toplamak yasaklanmış olsa da bu yasağa uyulmadığı   görülmektedir. Yöre insanını Kazdağlarına çıkmaktan alıkoymak oldukça zordur.   Zira Sarıkız inancının gücü insanları bu dağa çıkarmaktadır. Binbir zorlukla,   traktörlerle, tozdan heykellere dönmüş insanların Sarıkızı gördükten sonra   zirvede bitki toplaması herhalde ritüel bir davranıştır. Zira zirvede   karşılaştığımız her köylüye, adaçayı ve kekik gibi Kazdağı bitkilerinin   toplanmasının yasak olduğu hatırlatıldığında “Biz hayır için topluyoruz”   karşılığını vermektedirler. Yani bitkilerin toplanması kutsal bir amaca   özgülenmektedir. İşte size Anatanrıça inancı, işte bu inançla bağlantılı bitkisel   ritüel.. 
            Sarıkız tepesinin biraz aşağısında   Kapıdağı denen yükseltide, sadece burada yetişebilen ve yok olma tehlikesi   altındaki endemik kekiğimiz Thymus pulvinatus da bitki toplayıcılarından   nasibini almaktadır (Resim: 2) (4). Yetişme alanı 30 metrekareyi geçmeyen,   Temmuz ve Ağustosta çiçeklenen bu kekik türü Kazdağından başka bir yerde   yetişmemektedir. Köylüler tarafından çay yapmak amacıyla köklenerek hasat   edildiği için bitki yok olma tehlikesi altındadır. Bu tür, Anadoluda yetişen   Thymus türleri içinde en dar yayılış alanına sahip olanıdır. Bu yüzden   yetişme alanı acilen korumaya alınmalıdır. Sarıkız türbesine çıkarsanız bir   gün, zirve defterine şöyle yazın: “Sevgili Sarıkız Ana, benim de sorunlarım   var; hastalık, geçim derdi, sevdalık. Ama çok şükür hayattayım. Sen önce   çocuklarının ölümüne çare bul, kekiğine sahip çık”. 
             
              TROYA SAVAŞINDA ROL ALAN ÖZGÜN   BİTKİLER 
             Troya’ya girmek isteyen Akha ordusu,   10 yıl savaştıktan sonra bu amacına ulaşamayınca tahtadan bir at yapar, bunun   içine savaşçılarını koyar ve Troya’yı bu yöntemle işgal eder. Ancak söz   konusu tahta atı yapmak için savaş alanından bir hayli uzak olan Kazdağındaki   köknar ağacını kullanırlar. Troya atının yapıldığı Kazdağı köknarının   bilimsel adı da Abies nordmanniana subsp. equi-trojani’dir (Resim 3). Equus   Latince de “At” anlamına geldiğinden. Kazdağı Köknarının literatürdeki adı   aslında “Troya Atının Köknarı” dır. Anadolunun özgün söylencesinin kaynağında   yine Anadolunun özgün bir bitkisi bulunmaktadır. Her ne kadar Akhaların   Troya’yı tahta at ile alt ettikleri söylenmekteyse de Troyalıların bu kadar   basit bir numarayı yutmayacakları akla daha yakındır. Köknardan tahta at   yapılarak bir ülkenin yok edilmesini o zamanın ağaçlarla ilgili inançlarına   bağlamak daha mantıklıdır. Nitekim Troyalıların çağdaşı olan Hitit Devletinin   anlaşma metinlerinde Köknar ağacı ile ilgili hükümler bu konuda bizlere ipucu   vermektedir. Hitit devleti ile Hurri Devleti arasında yapılan bir anlaşma   metninde “Hurriler bu antlaşmanın ve yeminin sözlerine uymazsa, bir köknar   ağacı kesilip devrildiğinde artık büyümeyeceği gibi...biz Hurrileri karımız,   çocuklarımız ve ülkemizle birlikte bu köknar ağacı gibi bırak. (Kesilmiş)   Köknar ağacının nasıl zürriyeti yoksa...biz Hurrileri ülkemizle birlikte ve   çocuklarımızla birlikte zürriyetsiz bırak” (5). denilmektedir. Yukarıdaki   Hitit metninden hareketle; Troya’yı alamayan yağmacı Akhaların en sonunda   büyüsel ve simgesel bir yola başvurdukları, mahvetmek istedikleri ülkenin   insanlarını yok edebilmek için Kazdağındaki Köknar ağaçlarını keserek   bunlardan heykeller yaptıkları akla daha mantıklı gelmektedir. Zira ülkenin   köknarlarının kesilmesi ile bu köknarların yetiştiği topraklardaki insanların   yok olması arasında Hitit inancında paralellik kurulduğu görülmektedir. Troya   bölgesi Hititlerle benzer kültüre sahip, onlara akraba Luvilerin ülkesidir.   Belki de Akha ordusu yerel halkın bu inancını bildiğinden ve onların moralini   bozmak istediğinden, Kazdağının Köknarlarını keserek Troya halkına umutsuzluk   aşılamayı planlamış da olabilir. Diğer bir olasılık ta Troya’yı ele geçiren   ve halkını öldüren Akhalar’ın yaptıkları bu soykırımın simgesi ve   zaferlerinin sembolü olarak Köknar ağacından çeşitli heykeller yapmış   olmaları da olabilir. Günümüzde yöre insanı endemik Kazdağı Köknarının yapraklarını,   içtiği çayın içine atar, çayını reçine kokulu bir şekilde içer. Köknar   ağacının çayın içine katılması muhtemelen antik çağlardan kalan bir   uygulamadır. Zira üreme ve soyun devamı ile özdeşleştirilen bu ağacımızın   yaprağının çaya sadece koku vermediği, muhtemelen insanların soyunu devam   ettirmek istemesi ile ilgili bir uygulama olduğu akla gelmektedir. 
              Troya   savaşının ayrıntılarını öğrenmek için Homeros’un İlyada ve Odessa adlı   şaheserlerini okumak gereklidir. İlyadada, Troya kralının oğlunun bir Akha   tolgası vasıtasıyla ölümü ile ilgili olarak; “Bir bahçede, meyvesinin ve yaz   yağmurunun altında/Haşhaş çiçeği nasıl yana eğerse başını/Tolganın   ağırlığıyla baş öyle yana düştü” (6) denmektedir. Ne ilginçtir ki Balıkesir   dolaylarında endemik bir haşhaş türü yetişir. Ancak Troyalıların kaderine   benzer onun kaderi de. Papaver somniferum subsp. pullatum olarak adlandırılan   bu haşhaş bitkimiz yok olma tehlikesi altındadır. Homeros muhakkak biliyordu   bu haşhaşı, yoksa özdeşleştirir miydi ölen insanlarla bu narin bitkimizi.   Hitit dilinde (Muhtemelen ona akraba Troyadaki Luvi dilinde de) Haşşika   olarak adlandırılan haşhaş bitkisinin ismi 4.000 yıldan bu yana değişmeyen   ender kelimelerden biridir. Kültürel sürekliliğin önemli göstergelerinden   biri olan dil benzerliğinin temelinde de özgün bitkilerimiz vardır. 
             
             
              Aslında   bir gelinciktir Haşhaş ve gelincikgiller ailesindendir. Gelincik Çiçeği   Kibele inancında Attis’in kanlarını temsil eder. Dolayısıyla ölen genç ve   yakışıklı erkeklerin sembolüdür. İlyada’da da bunu görürüz. Sadece haşhaş mı,   baharda çevresinde kıpkızıl gelincikler açan, Burhaniye ve Havran’daki Madra   dağlarında yaklaşık 10 kadar Kibele Açıkhava sunağı da yok olmak tehlikesi   altındadır. 1999 yılında, halen Adramytteion kazılarını yürüten Arkeolog Doç.   Dr. Engin Beksaç tarafından keşfedilen ve hala koruma altına alınmamış olan   bu açıkhava sunakları dinamitlenmektedir. Bunun en hazin örneği Bahadınlı   Köyünün yakınında yer alan “Dedekaya” Kibele Açıkhava sunak alanıdır. Eğer   bir gün yolunuz Bahadınlı köyüne düşerse ve Dedekaya Kibele Sunağı’nın   dinamitlerle parça parça olduğunu görürseniz, ve aylardan baharsa, ve kan   kırmızıysa tarlalar, bilin ki gelincikler göç yolundadır.  
             
             İlyada da İris, Tanrı Zeus’un   habercisidir. İlyada da; “Böyle dedi o, yel gibi giden İris fırladı/Vardı İda   dağının doruklarından koca Olimpos’a” dizeleri vardır. Gerçekten de   Kazdağında endemik bir İris (süsen) türü yetişir, İris kerneriana’dır onun   bilimsel adı. Eğer Kazdağını gezerken bu süsenimize rastlarsanız, mutlaka   Koca Tanrı Zeus size bir şeyler iletmek çabasındadır. 
             
              Troya savaşının en yoğun döneminde   Zeus’un karısı, kıskanç Hera Kazdağına çıkar; Zeus’u baştan çıkarmaktır   amacı. Kadınlara hiçbir zaman hayır diyemeyen baştanrı Zeus Kazdağının   doruğunda birlikte olur Hera ile. Homeros İlyada’sında şöyle anlatır bu   olayı: “...Böyle dedi, aldı karısını koynuna, sarıldı/Tanrısal toprak yumuşak   bir çimen saldı/Taptaze Lotos bir halı serdi toprakla aralarına/Safranlardan,   sümbüllerden tatlı bir halı/Uzanıverdi ikisi de halının üstüne/Sardı onu   güzel bir altın bulut/Buluttan çiğ damlaları akıyordu pırıl pırıl/Tanrıların   babası yüksek Gargaros tepesinde/Koynunda karısı mışıl mışıl uyuyordu”.   İlyadayı okuyan Alman araştırmacı Schliemann okuduklarının kılavuzluğu ile   Troya’yı ve Troya hazinesini keşfetmişti. Botanik bilimcileri için de   başlıbaşına bir rehber kitaptır İlyada. Neden derseniz, yukarıdaki dizelerde   bahsedilen safran (çiğdem) ve sümbüller gerçekten de burada yetişir, hem de   endemik olarak. Hatta bunlardan birisinin ismi de Gargaros tepesinin adıyla   anılır: Crocus gargaricus (Gargaros çiğdemi) adlı endemik çiğdemin üzerinde   sevişmiştir Zeus. Bu çiğdemin aynı zamanda güzel bir kokusu da vardır. Ayrıca   Crocus candidus ve Crocus biflorus subsp. nubigena adlı çiğdemler de   Kazdağının endemik bitkileridir, Muscari latifolium adlı endemik misksümbülü   de Kazdağının 1100 metrelerinde yetişir. Şimdi sorarım sizlere, özgün çiçek   ve bitki türleri arasında, binbir çeşit kokuyla çepeçevre bir ortamda,   yanınızda da sevgiliniz varsa ne yaparsınız? Sevişirsiniz elbet. Tanrılar   tanrısı Zeus bile Kazdağı florasının bu oyununa gelmişse, siz çiğdeme ve   sümbüllere karşı gelebilir misiniz? Homeros çiğdem bitkisini şafakla   özdeşleştirir ayrıca, “Safran urbalı şafak ta yayılınca denize” der. Homeros   mutlaka çiğdem bitkilerince zengin, denizi gören ve güneşin en erken   göründüğü bir yerde şafağın sökmesini gözlemiş olmalıdır. Kazdağının zirvesi   bu açıdan en ideal yerdir. 
              Troya   savaşında ölen Troyalı savaşçılar hep keten kumaşa sarılır, cenaze törenleri   için hazırlanırlar. İlyada’da, Troya’nın en önemli savaşçısı olarak anlatılan   Hektor’un cenaze töreni ile ilgili olarak ozanımız şöyle der: “İki keten   çarşafla bir entari bıraktılar arabada/Bunlar ölüyü eve götürürken sarmak   içindi/Yıkadı hizmetçiler ölüyü, ovdular yağla/Sardılar bir entariye, güzel   bir keten çarşafa”. Bir başka dizede de “Kızlar keten giymişlerdi ipince/   Kızlar güzel çelenkler takmışlardı başlarına” denmektedir. Görüleceği üzere   keten törensel bir giysidir. Gerek cenaze ve gerekse kutlama törenlerinde   keten özellikli bir yer tutmaktadır. Anadolu ve Troya kültüründe keten en   önemli giysi hammaddesidir. Zira Anadolu endemik ketenler açısından çok   zengindir. Balıkesir’in de endemik bir keteni vardır: Linum hirsutum var.   platyphyllum olarak adlandırılan bu ketenimiz yöre kültürünün itici   güçlerinden biridir. Ancak yaşamı tehlikededir onun, kültürünü   biçimlendirdiği Troya’nın verdiği mücadele gibi yaşama tutunmak istemektedir.   Troyalı yiğitlerin cansız bedenlerini sarıp sarmalayan, antik çağ kızlarına güzellik   katan keten yok olursa, Troya kültüründen de bir parça yok olacaktır.  
             
            Çanakkale ve Balıkesir yöresi endemik bitkiler kadar endemik olmayan nadir   bitkiler açısından da zengindir. Örneğin yaşam alanı Ege’deki Yunan adaları   olan, ülkemizde ise sadece Marmara adasında yetişen bir orkide türü vardır.   Orkidenin üzerinde 4 nokta olduğundan botanikçiler ona ‘dört noktalı orkide’   ismini vermişlerdir (Orchis quadripunctata) (Resim 4) (7). Ayrıca Türkiyede   İzmirde yetiştiği bilinen Orchis lactea (sütbeyaz orkide) bu ilimiz dışında   sadece Balıkesir’in Alibey (Cunda) adasında yaşayabilmektedir. 
             
            BİTKİ ADLARINDA YÖREDEN YANSIMALAR 
             
            Çanakkale ve Balıkesir’in endemik bitkilerinden bir bölümü antik Troya kent   ve uygarlığından isimlerini almışlardır: Çanakkale: Achillea fraasii var   trojana, Beta trojana var. trojana (Troya pancarı), Digitalis trojana (Troya   yüksük otu), Ranunculus pedatus subsp. trojanus (Troya düğünçiçeği),   Sideritis trojana (Troya yayla çayı). Balıkesir: Armeria trojana, Carduus   nutans subsp. trojanus (Troya devedikeni), Galium trojanum (Troya yoğurt otu)   bunlardandır. 
             
            Bazı endemik bitkiler Kazdağının antik dönem ve günümüzdeki ismiyle   isimlendirilmişlerdir: Çanakkale: Erysimum idaea, Jasione idaea (Kazdağı   uyuzotu). Balıkesir: Astragalus ideae (Kazdağı geveni), Hieracium idae   (Kazdağı mercangüşü), Hypericum kazdagensis (Kazdağı koyunkıranı) bunlara   örnektir. 
             
            Balıkesir’in endemik bitkilerden biri bilimsel ismini Kazdağının zirvesi olan   Gargaros (Kartalçimeni) yöresinden almaktadırlar: Bu bitki Crocus gargaricus   (Gargaros çiğdemi)’tur. 
             
            Endemik bitkilerden bir bölümü isimlerini yörenin ırmaklarından almaktadır.   Balıkesir: Hieracium scamandris (Karamenderes mercangüşü), Verbascum   simavicum (Simav Çayı Sığırkuyruğu). Çanakkale: Verbascum scamandri (Eskimenderes   sığırkuyruğu) bu bitkilere örnektir.  
             
            Balıkesir endemik bitkilerinden birisi Troya savaşının önemli   kahramanlarından biri olan Odysseus’un ismini taşımaktadır. Bu bitki   Centaurea odyssei (Odysseus peygamber çiçeği) dir.  
             
            TEHLİKEDEKİ ENDEMİK BİTKİLER 
            Çanakkale ve Balıkesir’in tehlike   altındaki bitkileri aşağıdaki tabloda gösterilmiştir (8, 9). Tablonun   incelenmesiyle de görüleceği gibi Kazdağında yetişen bitkiler yoğun bir   tahribatla karşıkarşıyadırlar. Milli Park sınırları içerisinde olmasına karşın   herkesin kolayca girebildiği ve yok olmak üzere olan endemik bitkilerini   toplayabildiği bir dağdır Kazdağı. Hatta bu toplama faaliyeti evsel tüketimi   aşmış, nadir bitkiler pazarlarda satılır hale gelmişlerdir. Kazdağının   doruğuna adım attığınızda, yasak olmasına rağmen ızgarasını yakmış, rakısını   yudumlayan keyif erbabının yanısıra, torbalarını dağın nadir bitkileriyle   tıka basa doldurmuş insanları ve hatta keçi sürülerini bile görebilirsiniz.   Bu manzarayı gördükten sonra diğer milli parklarımızın hali nicedir diye   sormadan edemezsiniz.  
             
            Tablo: Çanakkale ve Balıkesir’in Yok Olma Tehlikesi Altındaki Endemik   Bitkileri 
            Bitkinin Bilimsel Adı Bitkinin Türkçe   Adı Bitkinin Yetiştiği Yer 
            ÇANAKKALE  
            Achillea fraasii var. trojana - Kazdağı, Susuzdağı 1500 m,  
            Allium kurtzianum Yabani soğan Kazdağı, Susuzdağı, mermerli alanlar 
            Dianthus ingoldbyi Karanfil Gelibolu,   Anzak’ta 
            Peucedanum arenarium subsp. urbanii Domuzkuyruğu Kazdağı, 1500m 
            Ranunculus pedatus subsp. trojanus Troya   düğünçiçeği Erenköy, Menderes Dağı 
            Tripleurospermum baytopianum (10) -   Keşan ve Kadıköy arasındaki Kurudağ’da, 200 metrelerde  
            Verbascum scamandri Eski Menderes sığırkuyruğu Kazdağında 
            BALIKESİR  
            Centaurea sericea Peygamber Çiçeği Dursunbey’de 
            Papaver somniferum subsp. pullatum Haşhaş  
            Thymus pulvinatus Kekik Kazdağında bulunan Kapıdağı bölgesinde, 1500-1600   metreler 
            E-posta: htorlak@hotmail.com 
             
            DİPNOTLAR 
             
            1- Şefik Can, Klasik Yunan Mitolojisi, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1994 
             
            2-“Kansere Karşı Yüksük Otu”, Cumhuriyet Bilim-Teknik Dergisi, 16.02.2002   tarihli nüsha 
             
            3-Atilla Erden, Anadolu Giysi Kültürü, Ankara, 1998 
             
            4-K.H.C. Başer, F. Satıl, G. Tümen, “Thymus Pulvinatus”, The Karaca Arboretum   Magazine, TÜBİTAK Yayınları, Haziran 2001,  
             
            5-Güngör Karauğuz, Hitit Devletinin Siyasi Antlaşma Metinleri, Çizgi   Kitabevi, Konya, 2002 
             
            6-Homeros, İlyada (Çev: Azra Erhat/A. Kadir), Can Yayınları,13. Basım,   İstanbul, 2002 
             
            7- C.A.J. Kreutz, Die Orchideen der Türkei, B.J. Seckel, Netherland, Raalte,   1998 
            8-Tuna Ekim, Mehmet Koyuncu, Hayri   Duman, Zeki Aytaç, Nezaket Adıgüzel; Türkiye Bitkileri Kırmızı Kitabı   (Eğrelti ve Tohumlu Bitkiler); Türkiye Tabiatını Koruma Derneği, Van 100. Yıl   Üniversitesi, Ankara, 2000 
             
            9- DAVİS, P.H., Flora of Turkey and the East Aegean Islands. Edinburg at the   University Press,1969 
             
            10-Bu bitkinin resmi Bilim ve Ütopya Dergisinin Ağustos-2002 sayısında,   “Turhan Baytop’un Ardından” adlı bölüm içerisinde yer alan, Prof. Dr. Ekrem   Sezik’in yazısı içerisinde yayınlanmıştır. 
            2-Dündar Özar: (İzmir Rehber Odaları   Başkanı) Sevgili dostum bütün kalbimle kutlarım.Çünkü üretiyorsunuz. Fikir ve   Bilgi üretiyorsunuz...Yeni Güzel makale ve araştırmalarınızı   beklerim..18.10.2002 
             
            3-Doç Dr. Engin Beksac (Arkeolog, Sakarya Ünv): Bilim ve Ütopyadaki yazınızı   bugün okudum  
             |